21 Şubat 2013 Perşembe

Trabant

Bir Doğu Almanya Rüyası: Trabbi 

Fotoğrafta gördüğünüz hayal ürünü değil gerçek bir araba. Aslında zamanında sorsanız muhtemelen Doğu Almanya'da yaşayanların en büyük hayali. Sahip olmak için aylarca beklenen, bak neler neler üretiyoruz diye koltuk kabartan bir araba. Adı, bir başka başarı öyküsünden esinlenerek konan bu arabanın asıl adı Trabant. Almanca uydu demek olan Trabant, Sputnik'e adıyla selam çakmaktadır. Halk arasında ise sevenleri onu Trabbi (ya da Trabi) olarak anmaktadırlar.
İlk üretimi 1957 yılında VEB Sachsenring Automobilwerke Zwickau tarafından gerçekleşen arabanın 1991 yılına kadar üretimi devam etmiştir. Doğu'da yaşayan Almanlar için bir başarı bir statü simgesi iken, Batı Almanya'da yaşayanların BMW lar, VW lar varken ciddiye bile almadıkları bu araba, Berlin Duvarı'nın yıkılması ile Trabbisini kapanın Berlin'in batısını adeta işgal etmesi ile batıda yaşayan Almanları, yarattığı çevre kirliği ile daha da bir gıcık etmiştir. 0 dan 100km'ye 21 saniyede çıkan ve saatte en fazla 112km hız yapabilen bu klasik, kendi boyundan beklenmeyecek bir performans ile 1000kg. yük taşıyabilmektedir. Toplamda 3,096,099 adet üretilen bu araba Baverya'lı Herpa Şirketi tarafından nostalji severler için tekrar, hatta bu sefer elektrikli araba olarak, üretileceği söylenmektedir.

(Fotoğrafla ilgili gereksiz bir detay: Bu resim, 1990 yılında Berlin Duvarı'nın kalıntıları üzerine Bridget Kinder tarafından çizilmiştir. Adı 'Test the Rest' dir. )

Hijacked by arzuhalim

Kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/Trabant
             http://www.abendblatt.de/wirtschaft/article1185166/Der-neue-Trabant-kommt-mit-Elektroantrieb.html

30 Aralık 2012 Pazar

Grimitiya


19. yüzyılda Hindistan'dan Güney Afrika'ya çalışmaya giden işçiler, işe başlamadan önce 5 yıllık bir çalışma sözleşmesi imzalıyorlardı. Bu işçilere "grimitiya" ismi verilmişti. Bu sözcük grimit'ten geliyordu. Grimit ise sözleşme anlamına gelen "agreement" (/ə'gri:mənt/) sözcüğünün telaffuzunun bozulmuş biçimiydi.

1 Aralık 2012 Cumartesi

Alman Kültürüne Giriş: Advent Kalendar- This is the Final Countdown


Her sene olduğu gibi soğuk olan havaların biraz daha soğumasıyla kasımın başından bu yana erken bir 'christmas is all around me' havası da esmeye başladı buralarda. Süslemeler, marketlerdeki Noel Baba şeklindeki çikolatalar derken sonunda 'Weihnachtsmarkt' larda (şehrin çeşitli yerlerinde kurulan irili ufaklı Noel Pazarları) içilen glühweinların (baharatlarla tatlandırılmış sıcak şarap) kokuları da şehri sarmaya başladı. 

Hele 1 Aralık tarihinde 'Advent' dönemine girilmesi ile artık resmi olarak Noel'e gün sayılmaya başlandı. Bu yandaki fotoğrafta gördüğünüz de sayılı günü hem çabuk hem tatlı geçirmenin bir yolu. Nasıl mı? 1 Aralık'tan başlayarak o günün numarası ile işaretli kutucuğu açıyorsunuz içinden bir tane çikolata çıkıyor. Bunun değişik versiyonları da mevcut. Altından küçük oyuncaklar mı çıkanı dersiniz yoksa makyaj malzemeleri, kırtasiye malzemeleri mi? Her gününüze acaba bugün altından ne çıkacak heyecanı yaşatan küçük hediyelerle dolu 24 günlük bir takvim bu. 

Bu takvimi burada 1 Aralık günü hemen hemen her çocuğun hatta çocukluktan kalan alışkanlıklarını yaşatan pek çok yetişkinin evinde bulabilirsiniz. Hatta eğer bir gün yolunuz bu vakitlerde buralara düşerse Alman kültürünün tatlı tatlı tadına bakmak için bir tane de siz bu Noel'e Geri Sayım Takvimi'nden alın. Hele ki tatlı yiyelim tatlı konuşalım atasözüne sahip topraklardan gelip de her güne çikolata ile başlamak ne sebeple olursa olsun güzel olsa gerek.   


(This blog has been hijacked by arzuhalim for the second time)

18 Ekim 2012 Perşembe

-güzar



Bazı kelimelerin, ayrıyeten gibi, kullanımına şiddetle karşı çıkar dil bilimciler. Şöyle ki, Türkçe bir sözcük olan "ayrı" ile Farsça'dan gelen "yeten" ekinin birleşimiyle oluşan bir sözcüğün galat-ı meşru, yani yanlış olduğu halde sık tekrarlandığı için artık doğru kabul edilen bir hata olduğu söylenegelir. Öyle ki, Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünde de yine "ayrıyeten" sözcüğüne yer verilmemiştir.

Amma, ne ilginçtir ki aynı sözlükte "işgüzar" sözcüğü yer almaktadır ve günlük hayatta da sıkça kullandığımız  bu sözcük, üstelik de aslında ifade ettiğinden çok farklı bir anlamda kullanılmaktadır bugün. Sözlükte "gereği yokken, genellikle kendini göstermek için işe karışan" olarak tanımlanmıştır bu, Türkçe "iş" sözcüğüne Farsça "güzar" ekinin getirilmesiyle oluşmuş olan sözcük. Halbuki "güzar" eki "yapan, beceren" anlamını vermektedir ve işgüzar da esasında iş yapan, iş beceren anlamına gelmektedir. Örneğin, Azeriler işgüzar sözcüğünü işadamı yerine kullanmaktadır.Aynı şekilde danışmanlık yapan anlamına gelen maslahatgüzar da, gerçekten de büyükelçi olmadığında onu temsil eden, kendisine danışılan gibi bir kullanımı ifade etmektedir.

Belki de yıllar önce bir büyüğümüz tarafından dile getirilmiş olan "benim memurum işini bilir" lafı çoğunluğun anladığı şekliyle işgüzarca değil de, hakikaten onların işgüzar olduklarını anlatır biçimde söylenmiştir.

Sanki yine sınırları fazla zorladık son cümleyle...

22 Eylül 2012 Cumartesi

Hamburg'un Ufak Tefek Taşları

'Burada Yaşamıştı'
Hamburg'da gezerken attığınız adıma dikkat eder düşmemek için önünüze bakarsanız hemen hemen her sokakta, hatta kimi yerlerde her adım başı  bu taşlarla karşılaşabilirsiniz. 

Bu taşların yerel dildeki adı 'Stolperstein'. İngilizceye 'Stumbling Stone (Block)' diye çevrilen kelimeye benim  Türkçe'de uygun gördüğüm karşılık ise 'Tökez Taşı'.  

Dilek taşı ile haşır neşir ecdadımıza 'Tökez Taşı'nın ne olduğunu açıklamak gerekirse hikayesi şöyle:
Aslında bu taşlarlar Gunter Demnig tarafından II.Dünya Savaşı sırasında yaşanan Yahudi Soykırımı kurbanları anısına kurbanların yaşadıkları yerlerin önlerine yerleştirilmiş anıt taşlar. 10 cmlik altı beton üstü pirinç kaplı bu taşlar, 1994 yılında ilk olarak Köln'de izinsiz yerleştirilmeye başlanmış. Zaman içerisinde Almanya'nın diğer şehirlerinde ve soykırım kurbanlarının yaşadıkları diğer ülkelerde de anılarını yaşatmak için yerleştirilmiş. 

Bu taşların üzerinde, soykırım kurbanının adı doğum tarihi hangi kampta öldüğü ya da hangi kampta işkence gördüğü 'Burada Yaşamıştı' başlığı altında yer almakta. Yolda yürürken ayağınıza takılıp düşmüyorsunuz ama aklınız bir tökezliyor. Bilmeyenler önce bu nedir acaba diye merak ederken, bilenler bir zamanlar o apartmanda yaşayan kaç kişinin etnik kökeni, dini, cinsel tercihi ve benzeri sebeplerle işkenceye tabi tutulduğu, insanlık dışı koşullarda yaşamaya mahkum edilerek üzerlerinde deneyler yapıldığı, tarifsiz acılar içinde öldükleri gibi gerçekleri hatırlıyor. Ve daha önemlisi unutmuyorlar, unutturulmuyorlar.

Haa bir kısım eleştiriler de yok değil hani. Vakti zamanında Nazilerin Yahudi mezar taşlarını kaldırım inşasında kullanmalarından mütevellit eski anıların kötü bir tezahürü olarak görenler de var. Bence aslında tam tersi bir etkisi var. Eskiden belki hor görmek adına yapılan o harekete karşın bu taşlar günümüzde nice nesil için her sokakta, birer neler neler yaşanmıştı hatırlatıcısı, birer nasıl oldu da bu kadar kör bağnaz olabildik düşündürücüsü birer bir daha asla anıtı.

Toplumsal hafızamızın zayıflığına yakınırken, belki kendi aklımıza ufak tefek 'Tökez Taşları' çakmamızın vakti geldi de geçmez umarım.





(This blog has been hijacked by arzuhalim for the first time) 



20 Eylül 2012 Perşembe

Sorumluluk



'Sorumluluk' kelimesi bizim sözlüklerimizde, kişinin kendi davranışlarını veya kendi yetki alanına giren herhangi bir olayın sonuçlarını üstlenmesi şeklinde tanımlanmış. Oysa ki bu sözcük bizim günlük hayatta kullandığımızdan çok daha öte bir anlamı da bünyesinde barındırıyor. En basitinden İngilizce'deki karşılığına baktığımızda (responsibility / response - ability) bu sözcüğün 'tepki verme' anlamına gelen 'response'dan (Lat: respōnsum) türemiş olduğunu ve 'tepki verebilirlik, tepki verme yetisi' anlamını içerdiğini görüyoruz. Demek ki sorumluluk aslında bir kişinin bir durumu üstlenmesi ve sonucuna katlanmasının çok daha ötesinde, o duruma tepki gösterebilme kapasitesini de ihtiva ediyor. O halde ancak ve ancak bu kapasiteye sahip kişilere sorumluluk verilmesi gerektiğinin altını çizmekte fayda var.

p.s. Aylardan sonra blog'a bir şeyler karalama ihtiyacının getirdiği aceleci hisle fazla toparlayamadığımı düşündüğüm bu girdiyi Coelho'dan bir alıntıyla sonlandırıp -en azından şimdilik- kenara çekileyim, evet...
"Sorumluluk hisseden bir savaşçı, gözlemleme ve öğrenme yeteneğine sahip olduğunu kanıtlamış biridir. Hatta 'sorumsuz' davranmak bile gelir elinden. Bazen, kendini bir olayın akışına kaptırır, ne katılır o olaya, ne de tepki verir."

9 Şubat 2012 Perşembe

Yangın Olur Biz Yangına Gideriz


Nasıl bir kafa olduğunu anlamak gerçekten zor. İtfaiyenin konumunu bilmemiz pratikte ne işe yarar ben bilmem zira bugüne kadar kimseyi elinde yanan bir maddeyle itfaiyeye doğru koşarken görmemiştim. Neyse ki altında aramamız gereken numara belirtilmiş...

21 Aralık 2011 Çarşamba

Bogdan



Balkan ülkelerinde özellikle de Romanya'da sıkça kullanılan erkek isimlerinden biridir Bogdan. Ülkemizden yolu geçmiş Rumen sporculardan da ismi Bogdan olanlar var elbet Stelea olsun Stancu olsun... Yalnız bu ismin Türk milletine hitap eden en önemli özelliği, bu kişilerin kötü performans sergiledikleri anda kahve muhabbeti esnasında Boktan'a çevriliveriyor olmasıdır.

Oysa anlamı çok farklıdır bu kelimenin. Bog, çeşitli Slav dillerinde Tanrı anlamına gelen bir sözcüktür. -dan ise vermek'ten gelir yani tam olarak bizdeki Tanrıverdi'nin karşılığıdır. Nasıl ki, Allahverdi ismi Orta Asya'daki Türki devletlerde yaygın kullanılan bir isimse Bogdan da Rumenler için böyledir.

Bogdan'ın bir özelliği daha var ki, o da bizim Eflak'ın kankası olmasıdır, yani bizim yıllarca booodan diye okuduğumuz bölgenin adıdır aslında. Nasıl ki rakı yanında meze olmadan biraz eksik kalır, Bogdan'ı da Eflak ile beraber anmadığımız anda burukluk oluyor insanın içinde, biraz öksüz kalıyor sanki. Yine tarih kitaplarında sıkça karşımıza çıkan Erdel de esasında hepimizin bildiği Transylvania'dır...

15 Aralık 2011 Perşembe

Cirmin kadar yer yakmak



Bir atasözü vardır ya hani, "ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın diye"... Öyle mi acaba? Ona takıldı kafalar. Malum, cürüm hukukta ağır suç anlamına gelmektedir, masumiyet hiyerarşisi piramidinde kabahatin üstünde yer alır yani. Cereme olsun, mücrim olsun bundan türemiştir. Mücrim demişken buraya bir parantez açıyorum. Kemani Serkis Efendi'yi de anıyor ve istikbalime baktıkça tıpkı onun dediği gibi titriyor olduğumu araya sıkıştırıyorum.

Kaldığımız yerden devam edelim. Cürümün yerine suçu koyduğumuz zaman ne oldu atasözü: Ateş olsan suçun kadar yer yakarsın. Olmadı sanki. Evet ben de biliyorum atasözlerinin mecaza girdiğini ve içinden bir kelimeyi çekip çıkarıp yerine yenisini yazdığın takdirde anlatım bozukluğuna yol açılmış olacağını. Burada sözünü ettiğim o değil, cürüm sözcüğünün yanlış kullanılıyor oluşu.

Evet ben de dahil pek çoğumuzun yanlış kullandığı o sözün doğrusu "ateş olsan cirmin kadar yer yakarsın" olacakmış. Cirm ise "hacim" demek. Şimdi oldu sanki, taşlar yerine oturdu...

Kanalizyon


Bir ASKİ takıntısına saplandım (veya saplantısına takıldım) sanırım iyice ama buna da takılınmayacak gibi değil ki... Bir kişi de şunu görüp dememiş midir ki aga kanalizyon nedir, daha çalışmasını yaptığımız şeyin adını bile yazmayı becerememişiz diye...

16 Kasım 2011 Çarşamba

Panik



Pan, Romalılar’ın deyimiyle Faunus, Yunan doğa ve evren tanrısı. Yarı keçi yarı insan görünümünde olan bu tanrı genellikle kırlarda dolaşıp kaval çalarken temsil edilir. Pan ormanlarda, mağaralarda yaşar. Gece ormana giden insanlar diğer bütün tanrılardan olduğu gibi Pan’dan da korkarlar. Buna gece boyunca ormanda hüküm süren kasvet ve ıssızlık da eklenir. İşte bu sebeple nedeni olmayan korkulara Pan’ın sebep olduğuna inanılır. “Panik” kelimesinin kökeni de buna dayanır.
Bulfinch Mitolojisi'nden...